29 Mart 2010 Pazartesi
SAÇ DÖKÜLMESİ
28 Mart 2010 Pazar
Meme Göğüs Küçültme Ameliyatı
Meme Göğüs Küçültme Ameliyatı
Ameliyat hakkında:
Meme küçültme memelerin derisi, yağ dokusu ve bezini eksilterek (kesip çıkartarak) yapılan bir ameliyattır.
Büyük ve sarkık memeler fiziksel bir takım rahatsızlıklara yol açarlar. Bunlar arasında, boyun, omuz ve sırt ağrısı, sutyenlerin omuzlarda oluşturduğu rahatsız edici oluklar, memelerde ağrı, meme altında doku yumuşamaları ve dermatozlar(kaşıntılı deri hastalıkları) sayılabilir. Genç kızlarda çok büyük memeler birtakım psikososyal sorunlara da yol açar ki genellikle bunlar utanma nedenidir. Bazı olgularda büyüklük tek taraflı olup, utanma duygusunu daha da artırabilir.
Meme küçültme ameliyatları meme gelişmesini tamamladıktan sonra yapılır. Ancak bunun bazı istisnaları vardır.
Meme büyümesi memenin gelişimine, gebeliğe ve aşırı kilo alımına bağlı olarak sıkça karşılaşılan bir sorundur. Genellikle hormonal bir soruna bağlı olmayan, son 6 ay içinde büyümesi durmuş ve küçültülmesi istenen göğüsler için cerrahi girişim düşünülür.
Meme küçültme ameliyatı yaptırmak isteyenlerin aşağıdaki bilgileri edinmesinde yarar vardır.
—Memelerdeki büyümenin hormonal bir soruna bağlı olup olmadığı,
—Memelerdeki büyümenin devam edip etmediği,
—Memede ele gelen ağrılı veya ağrısız bir kitle olup olmadığı,
—Memede geçirilmiş bir enfeksiyon veya cerrahi müdahale olup olmadığı.
Ameliyattan sonra memelerin işlevleri bozulur mu?
Meme başı ile süt kanalları arasındaki ilişkinin bozulmadığı ameliyat teknikleri öncelikle tercih edilmesine karşın, bazı iri göğüslerde bu ilişkinin bozulduğu ameliyat teknikleri tercih edilebilir.
Eğer ameliyat sonrasında meme başının yeri değişmemiş ve altındaki dokuyla olan irtibatı kopmamışsa meme, emzirme gibi işlevlerini yerine getirecektir. Ancak bu eskiye nazaran daha az gerçekleşecektir.
Memelerin çok büyük olduğu durumlarda meme başı altındaki dokudan ayrılarak yeri değiştirilebilir bu durumda emzirme gibi fonksiyonlar tamamen yok olacaktır.
Meme ameliyatı sonrasında kansere yakalanma riski artar mı?
Hayır, meme küçültme ameliyatı meme kanserine yakalanma oranını artırmamaktadır. Tersine bu ameliyat meme dokusunun küçülmesine bağlı olarak meme kanseri riskini düşürmektedir.
Ameliyat öncesi dikkat edilecekler:
Belirli bir yaşın üzerinde ve ele gelen kitlesi olanlarda girişim öncesi mamografi gibi görüntüleme tekniklerinden yararlanılır. Daha sonra göğüslerin boyutları, deri ve meme bezi özelliklerine göre kullanılması gereken tekniğe karar verilir. Ayrıca adet dönemlerinden önce göğüste gerginlik ve hassasiyet oluşuyorsa ameliyat bu döneme denk getirilmemelidir.
Ailede meme kanseri varsa mutlaka doktora bildirilmelidir.
Yara iyileşmesini olumsuz etkilediği için ameliyattan en az 15 gün öncesinden sigara bırakılmalı,
Aspirin benzeri kan sulandırıcı ilaçlar ameliyattan 1 hafta önce kesilmelidir.
Ameliyat öncesi ağır diyet rejimlerinden kaçınınız.
Soğuk algınlığı ya da başka bir enfeksiyon ameliyatın ertelenmesine sebep olabilir.
Ameliyat öncesinde sizin için gerekli olan tahlilleriniz ve anestezi için ön araştırmalar yapılarak ameliyat öncesi olası riskleriniz gözden geçirilmelidir. Bu sağlık için gereklidir.
Ameliyattan önce 3–4 gün süreyle yumuşak gıdalar alınmalı, posalı yiyeceklerden kaçınılmalıdır.
Ameliyattan bir gün önce akşam saatlerinde libalaks suppozituar ile bağırsak temizliği yapılmalıdır.
Ameliyattan önce en az 6–8 saat aç kalınmalıdır.
Ameliyat:
Ameliyat, işleme bağlı olarak 3–5 saat sürebilir. Ameliyat genel anestezi altında gerçekleştirilir(hasta bayıltılır). Daha önce yapılan işaretlemelere uygun olarak fazla olan deri –yağ ve meme dokusunun çıkarılmasından sonra meme derisi ve meme bezinin ayrı ayrı şekillendirilmesi; meme başı ve areolanın kanlanmasının ve duyusunun korunarak yeni anatomik yerine yerleştirilmesi yapılır.
Meme küçültme ameliyatında kullanılan tekniğe bağlı olarak meme başı çevresini içine alan, ters “T”, veya düz dik bir iz olacaktır. Buradaki iz (skar) yaşam boyu kalır, başlangıçta görünüm olarak rahatsız edici olsa da, zaman içinde iyi sonuç vermektedir. Bu yara izleri başlangıçta pembe-kırmızı renkte iken; hastada patolojik yara iyileşmesi söz konusu değilse aylar içinde giderek solar ve beyazlaşır. İzin genişliği en ideal tekniklerle bile hastadan hastaya değişir. Memedeki bu kalıcı izler genellikle hastalar tarafından problem olarak görülmemektedir.
Ameliyat sonrası:
Bacaklarınızı sık sık hareket ettirmeniz istenir(bacaklarınızda pıhtı oluşmasını engellemek için).
Memelerinizi kavrayan bir cerrahi sütyeni belli bir süreliğine takmanız istenir.
Ameliyat sonrası sıvı gıdalarla beslenmeniz istenir. Bu dönemde kabızlık çekmeniz olasıdır.
Size mutlaka ağrı kesiciler verilir. Bu ameliyat sonrasında ağrılı bir durum ortaya çıkartır.
Ameliyat sonrasında ilk günlerde vücut su toplayabilir. Bu durum hareketinizi de engelleyebilir.
Ameliyat sonrasında ilk günlerde mutlaka kol hareketleri yapmanız istenir.
Ameliyattan sonra 2 hafta boyunca kesinlikle sigara içmemeniz istenir zira sigara ameliyat yaralarının iyileşmesini engelleyen bir faktördür.
Ameliyattan sonra 6 hafta boyunca ağır işler yapmamanız istenir.
Ameliyattan sonra pansuman yerlerine dikkat etmek şartıyla yarım duş almanız faydanıza olacaktır.
Ameliyattan sonra ortaya çıkabilecek yan etkiler nelerdir?
Kanama: Ameliyat sırasında ve sonrasında ameliyat alanlarında nadiren kanama görülebilir. Kan kaybı miktarına göre kan vermek gerekebilir.
Hematom: Operasyon sonrasında meme dokusu altında hematom (kan birikmesi) gelişebilir. Bu durumda cerrahi müdahale de gerekebilir.
Enfeksiyon: Nadiren tüm meme bölgesinde kızarıklık, şişlik, kötü kokulu akıntı ve iltihap görülebilir. Antibiyotik tedavisi uygulanabilir.
Yağ nekrozu: Tüm meme bölgesinde beyaz veya sarı akıntı oluşturabilen ve uzun süre devam edebilecek yağ sızıntısı görülebilir. Bu durumun sonrasında bazen cerrahi müdahale gerekebilir.
Asimetri: Birçok kadının memelerinin biri diğerine göre daha büyüktür. Bu durum meme küçültme ameliyatı sonrasında da ortaya çıkabilir. Bazen cerrahi müdahaleyle düzeltilir.
Skar izi (yara izi):Her ameliyatta olduğu gibi bu ameliyatta da mutlaka yara izi olacaktır. Bu iz ilk başlarda pembe renkte olacaktır fakat zaman geçtikçe bu iz vücut rengine doğru değişim gösterir. Bu yara izi asla tam olarak yok olmaz.
Nedbe dokusu: Anormal yara iyileşmeleri sonucunda yara yerinde kaşıntı veya kabarıklık oluşabilir hatta bu kabarıklıklar cerrahi müdahaleye de ihtiyaç duyulabilir.
Duyu kaybı: Meme ucunda duyu kaybı ameliyattan sonra normaldir bazen bu duyu kaybı 3–12 ay kadar devam eder. Fakat genelde 1. yılın sonunda bu duyu kaybı yok olur. Fakat duyu eskisi kadar olamayacaktır.
Tatminkâr olmayan sonuç: Meme küçültme ameliyatından yetersiz sonuç alma olasılığı vardır. Göğüslerinizin şekli ve büyüklüğü sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Bu durumda revizyon cerrahisi (düzeltme işlemleri) gerekebilir.
Ağrı: Memedeki anormal cilt ve derin doku nedbesi ağrı yapabilir.
Alerjik reaksiyonlar: Nadir vakalarda bant, dikiş malzemesi veya sürülen kremlere karşı lokal alerjik tepkiler bildirilmiştir.
Ek Cerrahi Gereklilik: Memelerin eskisi kadar olmasa da tekrar büyümesi, ikinci bir ameliyat gerektirebilir.
27 Mart 2010 Cumartesi
Depresyon
Depresyonda ki bireyler iki haftalık bir süreç içerisinde aşağıdaki belirtilerden en az beşini yoğun olarak yaşarlar:
-Hemen hergün yaklaşık gün boyu süren depresif durum
-Gündelik etkinliklere karşı isteksizlik ya da eskiden zevk aldığı etkinliklerden zevk alamama
-Önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımı
-Hemen hergün uykusuzluk veya aşırı uyuma durumu
-Değersizlik ve suçluluk duygularına kapılma
-Düşünme ve düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada güçlük
-Yineleyen ölüm ve intihar düşünceleri
-Hemen hergün bitkinlik, yorgunluk ya da enerji kaybının olması,
-Yavaşlamış, durgun hareketler ve huzursuzluk
-Cinsel isteksizlik
Kognitif (Bilişsel) Belirtiler
Sözel ifade gücü yavaşlamıştır ve sanki konuşmak için büyük bir çaba gerekiyor gibidir. Özellikle ağır depresyonlu hastalar konuşmayı tek tek sözcüklerle sürdürür, hatta bazen hiç konuşmazlar.Bazen sorulanlara tek bir sözcükle yanıt verme ve gecikmeli yanıt verme eğilimi gösterirler.
Düşünce içeriği bakımından sık karşılaşılanlar; umutsuzluk, kişisel yetersizlik, kendini uygunsuz ya da aşırı şekilde eleştirme, kınama, kendini suçlama, hastalık ya da hayali günahları için cezalandırılma duyguları gibi temalardır. Depresyondaki kişinin kendisine yönelik olumsuz algısı, yanlış giden her şeyden kendini sorumlu tutması ile birlikte hiçbir şeyi yapamayacakmış duygusu içinde olması ile belirlidir.
Hastalar yaşadıkları ya da gelecek zamana ait düşünceleri de karamsardır, obsesyonel biçimde yineleyen ölüme ve intihara ilişkin düşünceler, fobiler, obsesif uğraşlar yan belirtiler olarak ortaya çıkar. Basit konularda bile karar verme güçlüğü çeker ya da daha önce verdikleri kararlarla ilgili pişmanlık, kendini kınama, suçluluk duyguları vb. yaşarlar.
Unutkanlık depresif hastaların çok sık getirdikleri yakınmalardan birisidir. Bozukluğun, dikkatini ve düşüncelerini toparlama ve belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma güçlüğü ile ilişkili olduğu düşünülebilir.
Duygusal Belirtiler
Afektif bozukluklar kategorisinde bulunan depresyonun belirtilerinin en yoğun olduğu boyutlardan birisi duygusal boyuttur. Duygusal açıdan bu rahatsızlığın anahtar belirtisi çökkün duygusal durumdur. Bu durum çoğu zaman çökkünlük, keder, umutsuzluk, çaresizlik, düş kırıklığı ya da hüzün olarak tanımlanır. Bu duygu olağan mutsuzluk duygusundan nitelik olarak oldukça farklıdır. Elem, keder, hüzün ve hastanın ağırlaştığı duygusu aşağı yukarı bütün depresyonlarda görülen ortak belirtilerdendir.
Duygusal açıdan çökkün olan birey bunaltıcı bir atalet duyar ve karar vermekten , bir faaliyeti başlatmaktan ya da herhangi bir şeye ilgi duymaktan acizdir. Yetersizlik ve değersizlik hisleri üzerinde düşünceye dalar , ağlama nöbetlerine kapılır ve intiharı düşünebilir.
Hastaların gün içinde duygu durumları da sürekli değişiklik gösterir. Sabah saatleri genellikle depresif duyguların en yoğun olduğu zamandır. Akşama doğru duygularda kısmen düzelme olur.
Ansiyete, depresyonlu hastalarda sık görülen bir belirtidir. Anksiyete subjektif olarak sürekli bir endişe, korku, gerginlik ya da gevşeyememe şeklinde yaşanır. Hastaların engellenmeye dayanma gücü çoğu zaman azalmıştır; hastalar irritabldırlar ve “kolay parlarlar”. Diğer yandan Anksiyete hastada konsantrasyon güçlüğü de yaratır.
Davranışsal Belirtiler
Depresyonla birlikte hareketlerde bir azalma, yavaşlık ve isteksizlik oluşur. Yeni bir davranışı başlatma yada sürdürme konusunda birey ilgisiz ve güçsüzdür. Ağır depresyonlarda etkinlikte azalma öyle ileri derecede olabilir ki hasta kamburu çıkmış bir biçimde oturuyor ve taş gibi bir yüz ifadesiyle yere bakıyor olabilir. Alçak sesle ve tekdüze konuşur. Her davranışı aşırı bir çabayı gerektiriyor olabilir.
Mimiklerde azalma , hastanın yürüyüşünde yavaşlama, başı öne eğik, gözleri yerde ve elleri kucaklarında çevreye karşı tepkisiz otururlar.
Hareketlerdeki yavaşlama ve isteksizliğin tersi olarak bazen ağır depresif hastalarda belirgin bir psikomotor ajitasyonda görülebilir. Ajite depresyonlarda anksiyete önde gelen özelliktir ve durmaksızın gezinme, sıkıntıyla ellerini ovuşturma ve inleyip durma gibi belirtilerle kendini gösteren bir huzursuzluk hali vardır. Hasta yerinde duramaz ve yaptığı işlerde süreklilik yoktur. Huzursuz bir kıpırdanma ve hareketlilik hakimdir.
Fizyolojik Belirtiler
Uyku bozuklukları depresif hastalar için evrensel bir belirtidir (% 90 hastada insomnia) ve genellikle bildirilen ilk belirtiler arasındadır. Depresyonda hem uykusuzluk (insomnia) hem de aşırı uyuma (hipersomni) şeklinde uyku bozukluğu görülebilmekle birlikte, uykusuzluk daha fazla görülmektedir. Uykuya dalamama, uykuyu sürdürememe ya da sabahları erken ve yorgun uyanma şeklinde uyku problemleri yaşanır. Hastalar depresif içerikli rahatsızlık verici rüyalar görürler, bu rüyalar hastaların ağlayarak uyanmalarına neden olabilir.
İştah çok azalır ve fark edilebilir düzeyde kilo kaybına yol açar. Bazen iştah kaybının tersine aşırı iştahda olabilirse de genellikle iştahsızlık hakimdir. Aşırı iştah da birey sanki içindeki bir boşluğu doldurmak istercesine sürekli yiyebilir. Depresyona bağlı olarak iştahı kesilen hastalar daha önce zevk aldıkları yiyeceklerden artık zevk almaz olurlar. Ancak zorlayarak, kendilerine tatsız tuzsuz gibi gelen bu yiyecekleri yemeye gayret ederler. Depresif hastaların sık sık yakındıkları kabızlık ise az yemek yeme ve su içmeye bağlı olabileceği gibi etkinlik düzeyindeki azalmaya bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Diğer yandan antidepresif ilaçlarda bu belirtileri şiddetlendirebilir.
Cinsel istek kaybı da depresyondaki hastalarda görülen hemen hemen evrensel bir belirtidir. Erkeklerde genellikle libidonun ve cinsel etkinliğin azaldığı ya da tümüyle ortadan kalkmış olduğu öyküsü alınır. Erkek hastalarda ereksiyon problemi ortaya çıkabilir, kadın hastalarda ise cinsel isteksizlik olsa bile cinsel işlev yerine getirilebilir. Erkek hastalarda cinsel etkinliğin yerine getirilemiyor oluşu hastanın kendine olan özgüveninide etkiler.Ayrıca bu hastalarda antidepresan ilaçlara bağlı olarak sertleşme ve orgazm sorunları sık görülür.
DEPRESYONUN NEDENLERİ
Depresyonun nedenleri ile ilgili çok sayıda hipotez öne sürülmüştür genel görüş ise depresyonun nedenlerinin çoğul etkenli olduğudur. Çoğu olguda genetik, biyolojik ve psikososyal etkenlerin birbirleriyle etkileşmesi olasıdır. Örneğin bir yakınını kaybetmiş bireyde bilişsel süreçlerin bozulması, bu bağlamda nörotransmitterlerde değişiklik olması ve genetik yatkınlıkta varsa depresyona girmesi gibi. Cinsiyet, aile öyküsü, stresli yaşam olayları, hayal kırıklıkları, aile işlev bozuklukları, yetersiz anne-baba bakımı, erken olumsuz yaşantılar, bağımlı ve obsesif özellikler gibi kişilik özellikleri, güvenli olmayan bağlanma stili, kronik psikiyatrik ve bedensel hastalık, sosyal destek azlığı gibi etkenler depresyona öncüldürler ve hastalığın sonucunu etkilerler.
Biyolojik Nedenler
Kalıtım: Aile ve kalıtım araştırmaları duygudurum bozukluğu olanların birinci dereceden akrabalarında hastalanma riskinin belirgin olarak yüksek olduğunu göstermektedir. Ailesinde depresyon geçirmiş olan bir kişinin bulunması o kişinin de depresyon geçireceği anlamına gelmez. Ancak ailede depresyon öyküsünün bulunması o kişide depresyon ortaya çıkma olasılığını artırıyor gibi görünmektedir.Bireyde görülen depresyon türü açısından da distimik bozukluk, minör depresyon ve diğer hafif depresyonlarda kalıtımın etkisinin olmayacağı ama majör depresyonda ve psikotik depresyonda kalıtımın etkili olacağı düşünülmektedir. Ayrıca bireyin depresyona erken başlama yaşı, anksiyete ve alkol bağımlılığı birlikteliği daha güçlü bir genetik eğilime işaret eder.
Depresyonda ailenin etkisinden şüphe edilmemekle birlikte aileden kaynaklanan bu depresyonun aileden genetik olarak mı yoksa öğrenme sonucumu olduğu yada genetik etkinin mi yoksa öğrenmenin mi daha etkili olduğu konusu bilinmemektedir. Depresif bir anne veya babayla yaşamak veya ebeveynlerden birisi depresyonda olduğu için gerekli besini (maddi-manevi) alamamak depresyona zemin hazırlayabiliyor. Öte yandan, biyolojik ebeveynleri depresif olan , evlat edinilmiş çocuklarda depresyon görülme olasılığı oldukça yüksek.
İkizlerle yapılan araştırmalarda genetik bağın etkisi açıkça görülmektedir. Eğer eş yumurta ikizlerinden birisi % 65 olasılıkla diğeri de depresyona girer. Ayrı yumurta ikizlerinde bu oran sadece % 14’tür. Eş yumurta ikizleri farklı ailelere evlatlık verildiğinde birisi depresyonda iken diğerinin de depresyona girme olasılığının çok yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrı yumurta ikizlerinde ise böyle bir durum söz konusu değildir.
BİYOKİMYASAL ETKENLER
Depresyonun biyolojik nedenleriyle ilgili olarak üzerinde durulan konu nöroadrenalin ve serotonin eksikliği ile ilgili,olduğudur. Ama sorun sadece nörotransmitterlerin azlığı değil birbirleriyle olan dengeleriyle de ilgili görünmektedir.
PSİKOSOSYAL ETMENLER
Yaşam Olayları
Acı, elem ve keder insanlığın ortak duygularıdır. Bu duyguların insanın tüm varoluşuna egemen olduğu bir hastalık yaşantısı olan depresyon, sosyal ve kültürel etmenlerden önemli ölçüde etkilenmektedir. Olumsuz sosyal ve ekonomik koşulların depresyon riskini artırdığı gösterilmiştir. Anne ya da babanın on bir yaşından önce kaybı daha sonra depresyon gelişebileceğinin öngörülmesinin sağlayan en önemli yaşam olayıdır. Bir kişinin eşini ya da çocuğunu kaybetmesi ise depresyonun başlamasına neden olabilecek en önemli çevresel stres kaynağıdır. Yaşam olaylarının çoğu özgül değildir; yani her kişide böyle bir bozukluğu başlatmaz. Ancak biyolojik ve ruhsal yatkınlık olduğunda bu etkenler rahatsızlığın başlamasında önemli etken olurlar.
Kişilik Yapıları Ve Depresyon
Kuşkusuz bireylerin kişilik yapıları onların ruhsal bozukluklara karşı eğilimlerinde belirleyici olabilmektedir. Bununla birlikte hiçbir kişilik özelliği ve tipi tek başına depresyona yatkınlık yaratmamaktadır ve herhangi bir kişilik tipindeki her insan depresyona yakalanabilir. Bununla birlikte genel olarak depresyon geçirmeye yatkın kişileri genellikle kimseyi incitmemeye, herkesi hoşnut etmeye, iyiliksever olmaya eğilimli, aşırı duyarlı, titiz, sorumluluk duygusu güçlü, yakınlarına aşırı bağlı ve bağımlı, kendisinden ve yakınlarından yüksek beklentileri olan, mükemmeli arayan, onurlarına düşkün, öfke duygularını dışa vurmayan, çabuk etkilenen ve üzülen, meraklı, oral-bağımlı, histriyonik kişilik özellikleri, içedönük kişilerdir.
DEPRESYONUN TEDAVİSİ
Depresyon tedavisinde kullanılacak üç önemli araç vardır: psikoterapi, ilaçlar ve elektroşok. Işık tedavisi ve uykusuz bırakma tedavisi gibi yöntemlerindeetkinliği gösterilmiştir. Ancak bunlar söz konusu üç yöntemlekarşılaştırılabilecek yaygın bir kullanıma sahip değildir.
İlaç Tedavisi
Depresyonun ilaçla tedavisi iki boyutta değerlendirilir. Birincisi hastanın yoğun depresif durumdan kurtulup düşünebilecek ve depresyondan kurtuluş için gereken çabayı gösterebilecek düzeye gelmesini sağlamak ve depresyondan çıkmasını sağlamak; ikinci aşamada ise iyilik halinin sürdürülmesine yardımcı olmaktır. Depresyon tedavisinde kullanılan temelilaçlar, kişiyi canlandırıp, içine gömüldüğü karamsarlık ve isteksizlik çukurundan yukarı, yaşamın canlılığına doğru iten antidepresanlardır.Depresyon tedavisinde esas olarak kullanılması gereken ilaçlar antidepresan ilaçlardır. Ancak zaman zaman gerekli görüldüğünde yani hastanın klinik özelliklerigerektirdiğinde anksiyolitik denen kaygı-sıkıntı giderici, yatıştırıcı ilaçlarya da nöroleptik ilaçlarda verilebilir. İlaç tedavisinde kullanılanantidepresan ilaçlar her zaman beklenen iyileşmeyi sağlamayabilir. Ayrıca aynıilaç farklı kişilerde aynı etki ve iyileşmeyi sağlamayabilir. Bu durumda ya ilaçdeğiştirilir yada birkaç ilaç bir arada önerilebilir.Antidepresan ilaçlardepresyonu iyileştirirken bazı etki ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, çarpıntı,kabızlık ve idrar tutukluğu gibi bazı yan etkilere neden olabilir. Tüm gruplardacinsel işlev sorunları, uykusuzluk ya da aşırı uyuklama, sinirlilik gibi yanetkiler ve ender olarak alerjik reaksiyonlar görülebilir. Depresyonun sıklıklayinelenen ve bazen de kronik seyir gösteren özelliklerinden dolayı,klinisyenlerin tedaviyi sonlandırma konusunda çok dikkatli olmalarıgerekmektedir. İlaç tedavisinde genel prensip idame tedavinin, akut tedaviyeyanıt alınmış dozla devam edilmesi ve tam bir iyileşme olmadıkça kesilmemesidir.Tedavi sonlandırılmaya karar verildiğinde ilaçlar yavaşkesilmelidir.
Psikoterapiler
Ağır çökkünlüklerde kuşkusuz başlangıçta ilaç sağaltımıönceliklidir. Ancak hasta düzeldikçe çökkünlüğe neden olabilecek çökkünlüğüsüreğenleştirecek ya da yineletecek kişilik ve çevre etkenlerini psikoterapötikyöntemlerle ele almak gerekir.
Depresyonunnedenleri incelendiğinde diğer etkenlerle birlikte sosyal ve psikolojiketkenlerinde önemli rol oynadığı görülür. Bu nedenle hastaya ilaç tedavisininyanında psikoterapötik destek de sağlanmalıdır. Çünkü ilaçlar hastalığınbiyolojik nedenlerini ve bunların neden olduğu fiziksel belirtilerde düzelmesağlarken, psikoterapi hastanın sosyal ilişkilerini düzenlemesine, kişiliğiyleilgili ve hastalığın nedeni olan bilişsel ve bilinçdışı etkenlerleilgilenir.
Depresyonuntedavisinde psikanalitik terapi, bilişsel terapi, davranışçı terapiler,kişilerarası terapi yaygın olarak kullanılmaktadır.
Elektroşok Tedavisi
Elektro konvulsif terapi bir çeşit epilepsi nöbeti oluşturarak etki eden bir yöntemdir. Kişi bu sırada tam bir bilinç kaybı içinde olduğu için nöbet sırasında olup biteni anımsamaz. Yapılan çalışmalar oluşturulan nöbetlerin sinapslarda monoaminlerin etkinliğini artırdığını ve bu nedenle elektroşokun antidepresan ilaçlara benzer bir depresyon giderici etkiye sahip olduğunu göstermektedir. “ Bu tedavi genellikle hastanede yatan ve depresyon düzeyi çok yüksek olan hastalar için kullanılır. Haftada bir ya da iki kez uygulanır. Tedavisi için 5–10 seans gereklidir. Çok çabuk sonuç verir. Ancak 1–2 haftadan daha uzun sürmeyen geçici bir bellek zayıflığına yol açar”
Işık Tedavisi (Foto-Terapi)
Gündüz periyotlarının kısaldığı ilkbahar, sonbahar gibi mevsimlerde görülen depresyonlarda kullanılır. Tedavide parlak güneş ışığı üreten florasan lambalar kullanılır. Depresyon geçirmekte olan kişi lambanın bulunduğu odada, ışık şiddetine ve lambaya olan uzaklığına göre belirlenen bir süre kalır ve bu süre boyunca dakikada birkaç kez ışığa göz atması istenir. Çünkü depresyonun iyileşmesinde rol oynayan mekanizmanın göz yoluyla alınan ışığa da gerek duyduğu gösterilmiştir.
Uykusuz Bırakma Tedavisi
Depresyonda ki hastalarda tanı ve tedavide uyku çalışmalarının iyi bir yol gösterici olduğu kabul edilmektedir. İki uçlu mizaç bozukluğunda, bazen uykusuz kalmanın depresyonun karşı kutbu olan manik nöbetin tetiğini çektiği gösterilmiş ve bu gözleme dayanarak depresyonda uykusuz bırakma tedavisi geliştirilmiştir. Kişi haftada bir veya birkaç kez bütün gece oyalanarak uyumasına izin verilmez. Total uyku yoksunluğu % 40–60 hastada depresif belirti ertesi gün azaltmaktadır. Uykusuz bırakma tedavisinde hastanın yanıtı uyku yoksunluğunun olduğu gece ve takip eden günde ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber depresyonda düzelme birkaç hafta sürmektedir.
26 Mart 2010 Cuma
Kiraz Sapı Çayı
25 Mart 2010 Perşembe
Hepatit B Hastalığı
Hepatit B (serum heaptit) Hastalığı:
Hepatit-B virüsünün oluştırduğu bir hastalıktır. Hepatit virüsü karaciğere yerleşir ve burada çoğalarak karaciğeri harabeder. 30–180 gün kuluçka dönemi yaşayan hepatit B hasta kişinin vücut hücrelerinden diğer insanlara yayılır.
Açık olan yaralardan veya hasta kişinin vücut sıvılarına temastan sonra hepatit B sağlıklı insanlara geçer. Örneğin sağlam kişinin açık olan yarasına veya vücut boşluklarına(ağız vb.) hasta insanın vücut sıvılarının temas etmesi sonucu hepatit b sağlam kişiye bulaşmış olur. Bütün bunların yanı sıra hepatit b virüsü;
- Kan yoluyla,
- Cinsel ilişkiyle,
- Anneden bebeğe doğrudan temasla,
- Yeterince arındırılmamış tıbbi malzemelerle,
- Diyaliz merkezleri yoluyla,
- Berberlerin değiştirilmemiş tıraş bıçaklarıyla,
- Birden fazla kişinin kullandığı tıraş fırçalarıyla,
- Yine berberlerde kullanılan kan taşları marifetiyle
- Hatta alafranga tabir edilen klosed tuvaletler sayesinde bulaşabilen bir virüstür.
- Hijyen kurallarının ihlal edildiği her yerden bu virüsü kapabileceğinizi bilmelisiniz.
Hepatit B Çeşitleri Nelerdir? Hepetit B Hastaları:
Hepatit B Taşıyıcı Hastalar: Bu hastalarda hepetite dair hiç bvir belirti yoktur. Ancak kanlarında bulunan virüsleri başka sağlam insanlara bulaştırmaktadırlar. Bu hastalar ancak laboratuar tetkikleri sayesinde anlaşılır. Bu hastaların bir gün hepatit virüsü tarafından normal hastalar gibi etkielnmeleri muhtemeldir.
Akut Hepatit: bulantı, kusma koyu renkte idrar ve açık renkli dışkıyla kendini belli eder. Çoğunlukla vucutta sarılığa rastlanmaz(sarı renk kast ediliyor).
Hepatit B hastalığının tedavisi:
Bu hastalığın seyrinde yatak istirahatı çok önemlidir ve kesinlikle ihmal edilmemelidir. Bunun yanında uygulanacak bir ilaç tedavisi yoktur. Ancak aşılama ve serum gibi tedaviler de uygulanabilir.
Bilmeniz gerekenler:
Hepatit B hastalığının bulguları bir gribal enfeksitonla karıştırılabilir ancak bu hastalığı ayırt etmenize yarayacak çok önemli bir etken vardır o da özellikle eğildiğinizde karaciğeriniz üzerine gelen kısımda şiddetli veya hafif ağrı halidir.
Hepatit B hastalığında Şifalı Bitkiler:
Hepatit B ve Hepatit C için birden fazla gün devam eden Lavanta Kürü tavsiye edilmektedir. Bunun yanında enerji veren şifalı bitkiler i araştırarak bunlar kullanılabilir.